50 Yıl Öncesinden Gelen Bir Sevgi ve Dostluk!…

Kendimizden bahsetmek pekte haz ettiğimiz bir iş değildir. Ancak bu yılın diğerlerinde bir farkı var. Baha kardeşim bir şeyler yaz deyince, bende 2019 yılında olduğumuzu hatırlayarak, bu kere kendimizle ilgili bir şeyler karalıyayım dedim…

Modern Folk’u 1969 Haziran’ın da Ankara’da kurmuştuk. Yani bundan tam 50 yıl kadar önce, şaka gibi bir şey… Bu yaşlara geleceğimizi hiç düşünmez, hatta o yıllarda çalgılar elde ihtiyar taklidi yaparak, adeta bugünleri alay konusu ederdik…

50 yıl beraber olmak pek her gruba nasip olmaz bir ayrıcalıktır…

Tansiyon, kolesterol gibi ufak tefek sorunlarımız olsa da, hala ayaklarımız üzerinde. 70li yaşları geride bırakmış, koşmaya devam ediyoruz. Ben diş hekimi, Doğan müzisyen ve Selami’de emeklilik keyfi sürerekten…

Düşünün bir kere, 50 yıl önce biri birini hiç tanımayan 3 kişi bir araya geliyor, sesleri, huyları, yaşamları, eğitimleri farklı ve bir müzik gurubu kuruyorlar.

Gazeteye ilan verseniz, “bir vokal gurup kuruyoruz, ilgililer müracaat etsin” diye, böyle bir tınıyı sınavla dahi zor kurarsınız. Gel de kadere inanma!… Tanrının bir lütfu işte…

O yıllar, sesleri, müzik ilgileri, çaldıkları enstrümanları farklı, 3 genç bir gurup kuruyor ve ülke müzik gündemine oturuyor, hatta devamında 50 yıl beraberce şarkı söylüyor, dostlukları devam ediyor… Bu pekte olacak bir şey değil bu günün anlayışında.

Bunca yılın ardından güzel, gururlu, gülümseyerek hatırlayacağınız sayısız anı oluşur belleklerinizde. Dünyayı beraber dolaşmışsınız, sayısız konser, festival TV-radyo programında, aile ve arkadaş ortamlarında çalmış, dostlar arkadaşlar edinmişsiniz, anlayacağınız bir yazıya sığmayacak kadar çok anı var elde…

Hüzün, üzüntü, kırgınlık yok mu? Olmaz mı, hayat bu… Üstelik sahne hayatı; bunun önü var, öncesi ve sonrası var. Üstelik alkışı olduğu gibi bazen farklı tepkileri, stresleri de var… Ayrıca her birimizin özel yaşamı, çoğu ak da olsa, bazen karaları da var…

Beraber olduklarınızın giderek azalması, sahneyi, dostlukları paylaşıp sonrasında da sonsuzluğa yolcu ettiğimiz arkadaşlarımız, dostlarımız var…

Ancak bu yolculuğa beraber çıktığımız ve bizlere büyük katkısı olan bir 4.cü kişiden, ilk günlerden beri bizlerle beraber gülen, ağlayan, coşan, hüzünlenen… Bir menajerden öteye dostumuz, ağabeyimiz Hıncal Uluç’tan da bahsetmek yerinde olacaktır…

Ancak, O’nu, bu yazının dışında anlatmak, bir sanatçı veya bir müzik gurubu için; gerçek menajer ne demektir, neden bazen bir akıl hocası, ağabey veya samimi bir dosta ihtiyaç hissedilir ve tüm bunlar ne anlama gelir, ayrı ele almak daha anlamlı olacak…

Sayısız ödül, festival ile yarışmalarda 1.cilikleri, yılın sanatçılığı ödülleri, en çok istenen gurup, gazete ve dergilerde yayınlanan yüzlerce röportaj ve yazıda, bir halkla ilişkiler uzmanının önemini anlatabilirsek, belki yarınlarda aynı yoldan yürümek isteyenlere de yol göstermiş olabiliriz.

Sahne; zaman, emek, dikkat, sebat, devamlılık ve sanata diğerlerinden farklı bir bakış getirmek gibi sayısız faktörün beraberce düşünülmesi gereken bir konudur. Zirveye çıkmak zor ama orada kalabilmek daha da zordur. Her çıkışın bir inişi olduğu da unutmayarak, zamanında bırakmayı bilmekte önemlidir. Alkışa ve pohpohlamaya alışmak kolay, başarısızlıkları hazmetmek, kabullenmek zordur. Bu nedenle sığınacağınız sağlam yerler olması gerekir. Bu, ailedir, tutarlı başka uğraşlarınız, hobileriniz hatta varsa meslekleriniz olabilir.

Her birimiz, uzun yıllar önce yola çıktığımız eşlerimiz ile evliyiz, 1’er de çocuğumuz var… Ben, diğerlerinden farklı, dede olma keyfini de tattım.

Ülkeyi, Asya, Avrupa, Afrika, Amerika kıtalarında ki 35-40 ülkede temsil etmek ve sonrasında bunların Türkiye açısından bir takım yeni kapıların açılmasına vesile olmasını bilmek, bir müzik topluluğunun ulaşabileceği en önemli mutluluklardandır.

Geçtiğimiz “Anneler Gününde” bizim evde toplandık hanımlarla beraber. Biraz yemek, bolca sohbet, eh sonrasında da çalgıları ele alıp küçük bir de prova… Hani sahneye çıkacağımızdan değil de, acaba durum nasıl diye?

 Hayret ki seslerimiz hala çıkıyor, vokaller tınlıyor, pozisyonları-akorları basabiliyoruz. Bu işi yapanlar iyi bilir, vokal konusu ciddi bir iştir, öyle pek kakafoni kaldırmaz, biri detone ise, vokal tınlamaz…

Ancak yıllar içinde öyle bir denge oluşuyor ki aranızda, beraber nefes alıp verir hale geliyor, biri birinizin sesini duyarak, beraber yükselip alçalıyorsunuz.

Dünleri hatırlamak ise, sanki bisiklete binmek gibi bir şey…

Beyinde, adeta bunlar bir arşive kalkıyor, zamanı gelince raftan indirip, tozunu alıyorsun ve dosyanın kapağını açıyorsun. Dünkü yemeği hatırlamazsın, 40-50 yıl öncesi sesleri, armonileri hatırlıyorsun, demans’ta da olan bu, geçmiş  net, dün bulanık, müziğin tedavi edici, iyileştirici etkisini de unutmamak lazım…

Bu insanoğlu zaten garip bir mahlûk… 3 kişi, tek vücut, tek yürek oluyor, müzik yaparken her şeyi unutup, adeta bütünleşiyorsun… Aynı, makinanın uyumlu parçaları gibi, ancak yedek parçası da yok!… Yani yerine bir başka dişli parça takarsan, uymuyor, makine tekliyor ve o eski randımanında çalışmıyor.

Tabii her işte olduğu gibi müzikte de devamlı antrenman şart… Biraz eksik prova, seslere, uyuma, ahenge ve sonuçta müziğinize yansıyor.

İnsan fizyolojisi, anatomisine bağlı, vokal kordlar yıllar içinde daha kalınlaşabiliyor, sesler de bununla ilintili daha pes bir hal alıyorlar. Bereket bizde beraberce yaşlandığımızdan, şarkıları yarım ile 1 ton pesten okuyunca, sorun beraberce kendiliğinden çözülüyor…

2-3 sene önce Selami Amerika’ya gidiyordu. Benimde yeni bir banço alma planı vardı kafamda. Eh adam müzisyen, yerine de gidince istediğimi bulup, getirme şansı büyük…

50 yıl önce ilk bançoya başladığımda 4 telli “Tenor Banço” çalıyordum. Sonra 5 telli “long-neck” (yani uzun saplıya) terfi ettim. Daha parlak ve zengin sesi var diye. Yıllar sonra Amerika kaynaklı yaşlı banço çalanların elinde benim çaldığımın yeni bir tipini görmeye başladım. O günlerde buna pek anlam verememiştim. Buna da “süper long-neck banço” (yani süper uzun saplı banço) adını veriyorlardı??…

Olayın inceliğini sonra kavradım. Teknik bir özellik, ama yaşla ilgili…

Bançoda, en iyi tınıları yukarı pozisyonda, örneğin bir do-fa-sol armoni dizisini en iyi bu pozisyondan çalabilirsiniz. Yani banço bu pozisyonda bir “do” sazıdır. Tabii kapo ile veya transpoze daha alt pozisyonlarda da diğer tonları çalmak mümkün, ama aynı tadı vermeyebilir.

Aletin “süper long-neck” olarak sapı uzatılınca, 3 ton pesleşerek saz bir anda “la” sazı oluveriyor. Böylece do tonlarını daha kalın la’dan rahat çalabiliyorsunuz. Yaşla kalınlaşan seslere göre gitarda da “do” pozisyonu yerine yukarıdan “la’ya” geçince, sorun kökünden çözülmüş oluyor.

Neyse nerden nereye… Özetle müzik yapmak arzunuz var, ancak yaşınız ilerlemiş, sesler pesleşmiş, ama aynı keyfi yaşamak istiyorsanız, ince sesleri çıkarma konusunda zorlamayın, bir yerinize de bir şeyler olmasın!…

Tabii vokal müzik bir matematik dengesi işi, kafanıza göre şarkı tonunu değiştiremezsiniz. 2.ci ve 3.cü seslerin entervalleri, alt-üst tonlarının dengesi de önemli. Yani konu ince hesap işi, yoksa düzen bozulur…

Müziği yaparken keyif almalı, duygu ve hislerinizle bu işi yapmalısınız ki, sizi dinleyenler de eğlensin veya hüzünlensin.  Kulüplerde sahne alıp show yapmak, daha kolay ve eğlencelidir. Hoş, şimdilerde bu tip bir eğlence pekte kalmadı ama…

Neyse, çıkar çalarsınız, dinamik, yaşayan bir atmosferdir. Gelen müşteri, ve programdaki diğer sanatçılar da bazen sizlere eşlik ederler… Böylece her şey güzel, her şey eğlence içinde, günler haftalar geçer.

Konser ise daha farklıdır. Hata şansınız hemen yoktur. Konserler 2-3 saat sürebilir. Yıllarını sahnede geçirenler için konser akışı seyirciye göre değişebilir. Akışa yeni şarkı, espriler ilave edebilir, sohbetleri buna göre ayarlayabilirsiniz.

İlk çıktığımız yıllarda ki resimlere baktığımızda, ayakta çalıp söylüyormuşuz, son yıllarda ise oturarak!… Neden dersiniz acaba?…

Yok canım, yorulmaktan değil, insan bir kere sahneye adımını atınca bambaşka bir dünyada bulur kendin. Yıllar orada değerini yitirir… Sahnede son nefesini veren sanatçılar bile vardır Dünya üzerinde, bazıları için tutkudur alkış…

Hele ki arkanızda sağlam bir orkestra da varsa, sorun yok, seyirciye ve sanatınıza konsantre olur, şarkılarınızı çalar söylersiniz.

Konserlerin en güzel yanlarından biri de finale ulaşmaktır. En coşkulu anlar bu finallerdir. Hele ki başka sanatçılarla paylaşılan bir konser ise, grand-final’in ayrı bir ritüeli vardır. Katılanları sahneye alıp, onlara teşekkür eder, çalan sazları solo yapmaları için teşvik eder, alkışlatırsınız.

Seyircide bu coşkuya katılırsa, tüm yorgunluklar sona erer. Kuliste sanatçısı, dostlarınız, arkadaşlarınızla sarmaş-dolaş olursunuz.

Sahne tozunu yutmuş hemen herkes bunun keyfini yaşamıştır.

Bizler kendi çalıp, kendi söyleyen takımındanız, uzun yıllardır da böyle devam ettik. Yani yaptığınız iş hata kaldırmaz, boş vermişlik, aman sendecilik söz konusu olamaz. Son yıllarda görüyorum, play-back eşliğinde konserler. Bu bize hiç gelmez. Hatta seslendirmeleri düzgünse, TV programlarında biler canlı çalmayı tercih edenlerdeniz.

Bu ise çok prova ve her gün disiplinli entrüman etüdü gerektiren iştir.

2 gün çalmayın, elleriniz durur, o pozisyonu basamazsınız. 50 yıl beraber olmanız işe yaramaz, sahne acımasızdır, hata kaldırmaz.

Ankara’da beraber müzik yapmaya başladığımızda; aylarca, haftada en az 2-3 prova yapıyorduk. Hele çalışma Doğanlarda ise, baba Şeref (Şeref Canku, pek çok eseri ondan almışızdır) gelir..

-Şu son kısmı bir daha söyleyin… Bu olmamış yanlış, dedi mi yandık… Doğruyu söyleyinceye kadar başımızdan ayrılmaz, olmazsa içerden kemanını getirir, çalar, istediği oluncaya kadar da başımızda beklerdi rahmetli…

Bizim Doğan’ın ailesi silme müzisyendir. Üstelik bunlar ailece “absolut kulak” (Türkçesi, seksen ses arasından yanlışı bulup, seçebilenler takımından).

Bir parçada hatalı notayı, detone sesi cımbızla bulur, sahnede huysuzluk eder, şakası yoktur, yüzünü asar, keyfinizi kaçırır… Sonrasında salon alkıştan yıkılsa bile, karakter yapar biss’e çıkmayabilir, kuş gibi yalnız kalırsınız sahnede…

Bir keresinde Yeniköy Sait Halim Paşa Yalısında çalıyoruz. Atlantic Record’s sahibi Ahmet Ertegün, “bir Türk sanatçının elinden tutmuyorsun” baskılarından bunalmış, belki birazda ‘kerhen’ bizi dinlemeye gelmiş. Özetle bir yemek daveti, üstlük tatlı olarak da biz çıkıyoruz!… Güzel bir yaz gecesi, ses düzeni de iyi, eh bizde fena sayılmayız… Program da iyi giderken, solda ön masalardan birinden bir adam kalkıyor, önümüzden geçerek çıkıyor, belki de prostatı var, çişi gelmiş olabilir… Bana ve Selamiye bu durum dokunmaz, güler geçeriz… Ama Doğan için farklı.

Neyse, programı bitirdik, içeri girdik, ancak alkış durmuyor… Ahmet Ertekin ve masası mutlu, gülüyor, alkışlıyor, belki de “Türkiye’den böyle vokal gurubu çıkar mı diye” birazda şaşkın…

Ama sevgili Doğan kardeşim adama takılmış, “ben bu saygısızlara müzik yapmam” diyor, direniyor… Sonuçta tekrar çıkamadık, tabii…

Ertegün de pek anlayamamış, ne oldu neden çıkmıyorlar? demiş…

Sonrasında adam Amerika’ya döndü tabii ve sanki bize nazire olsun diye Avustralya’dan Bee-Gees’e omuz verdi ve bir dünya markası yaptı onları…

Onların yerine biz olur mu idik? Onu da bilemem tabii. Ben dişte son sınıftayım, Selami İtalyan Filolojisini bitirmeye çeyrek kalmış, Doğan’ın Ankara’da ailesi… Böyle bir teklif için tüm bunları bırakır mıydık, bilmiyorum.

50 yılda anı bitmez. 35.yıl konseri, Açık Havadayız. Akşam en az 5-6.000 kişi doldurur sıraları, merdivenleri. Hiç unutmam son prova, Ali Paşa Ağıtının nakaratını söylüyoruz.

Biz MFÜ 3 ses-3 saz, arkada 30 kişilik koro, 50-60 kişilik senfoni orkestrası, 4-5 Türk sazı, hepsi aynı anda çalıyor, bir curcuna anlayacağınız… Üstelik zaman yok, ses provası ve sahne provası bir arada yürüyor…1 kere tüm parçaları geçip, sonrasında da hazırlanacağız, akşamki sahne performansına…

Tam çalarken Doğan Canku’dan…

-Bir dakika beyler !…,

Şef Orhan Şallıel… elinde baget kala kalıyor adamcağız…

-N’oldu Doğan Ağabey?

-Hocam, şu son dolabı yeniden, yalnız yaylılar çalar mısınız?

Hanımlı-beyli, yılların müzisyenleri, önlerinde ne nota varsa çalan eğitimli müzisyen takımından… Çalıyorlar…

-Tamam… Şimdi yalnız 2.kemanlar… Şıp diye hatalı notayı buluyor 80 ses arasından. O duyar abicim, kulak absolut..

Hoş buluyor da, ne oluyor?… Son gün, son saat, yeniden partisyonların yazımı için zaman yok… Sonuç… Şarkının, o bölümü gelince, 2.ci kemanlar “sus” yani çalmayacaklar… Olay tatlıya bağlanıyor… Konserde gayet güzel icra ediliyor.

Mükemmellik ve titizlik arayışı gerçek müzisyenler için vaz geçilmezdir. Ama, günümüzde kaç kişi, kaç sanatçı bu titizliği gösterir, bunu bilemem…

Anlatacak çok şey var, belki ilerde bunları da paylaşır, eski günleri yad ederiz. Özetle 50 yılı geride bıraktık. Ne kadar başarılı olduk, bunu bilemem, ama aramızda ki dostluk ve sevginin hala devam ettiğini söyleyebilirim. Bunu, bir araya gelip, eski günleri yad edince bir kez daha anladım…

Her kese, tüm dost ve sevenlere selam ve sevgilerimizle…

(Modern Folk Üçlüsü) Diş Protez Uzmanı Doç. Dr. Ahmet Kurtaran

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*