İnsanın oksijen, temiz hava ve güneşe ne kadar ihtiyacı varsa, denizlerin, bitkilerin, özetle doğanın da bunlara o kadar ihtiyacı vardır…
Günümüzde yaşadığımız Pandemide de esasında sorun aynı. Bu konuda da ciğerlerin oksijen gereksinimi ve kanın da akışkanlığının hayati önemi var. Hasta soluyabiliyor, kan akışı da normalse, yaşama devam ediyor. Yetersizse, oksijen takviyesi, olmazsa entübe edilerek (boğazına delik açılıp boru takılarak) yaşamı sağlanır.
İç denizimiz Marmara’nın da şimdilerde oksijene ihtiyacı var. Pandemi geçiren biz insanlar gibi yaşam savaşı veriyor… Çevrenin fabrika atığı, çöpü, ayrıştırılıp arındırılmadan denize bağlanmış, denetleyen, hesap soran da olmayınca, Marmara bir anda hastalanıvermiş… Sigara içen insanın ciğerleri misali filtre özelliğinin çoğunu da kaybetmiş, nefes alamaz durumda… Bunlara mevsimsel hava koşulları da ilave olunca, köpük köpük deniz salyası üretiyor, yani acil müdahale gerekli…
Esasında “Doğa, Tanrı” ne derseniz deyin, işte O Yüce Bilinç pandemide olduğu gibi bizi uyarıyor, “Ey insanoğlu, artık uyan, kendine gel” diyor!…
Su veya doğa bilimcisi değilim ama tıp okudum, uzun yıllar da müzikle uğraştım, yaşam için oksijenin ve moralin önemine inananlardanım… Yakın vadede işe yarar mı bilemem ama kolay ve masrafsız bir de önerim var…
Hastalara uyguladığımızı Marmara’ya uygulayarak, yani oksijen verip, entübe edip, bir tür aşı yaparak, acaba yaşatabilir miyiz?
Esasında proje oldukça basit ve maliyeti de son derece düşük…
Deniz salyası olan kıyı şeridindeki belediyeler; sallar üzerine yerleştirilmiş ve su içine “temiz hava basan”, bu arada denizdeki durgun suyu da fıskiyelerle havaya “püskürterek” oksijenle arınmasını sağlayacak, enerjisini ise güneş panellerinden temin eden “emme-basma kompresörler” koyacaklar…
Prensip çok basit ancak anlamlı: “Doğa’nın, doğa ile iyileştirilmesi”…
Ancak bunun daha da etkin olabilmesi için birde “müziğe” ihtiyaç var…
Gülüp-geçebilirsiniz ama müzikle uğraşanların bildiği bu konuyu ilave etmenin yararlı olacağını inanmaktayım. Buna, “müziğin iyileştirici” etkisi diyebiliriz…
Bunun yalnız biz insanlara özgü olmayıp, çiçeğinden-böceğine, balığından-hayvanına, özetle tüm doğaya olumlu katkıları olduğu ispatlandı. Bazı ülkelerde müzikoterapi adı altında bir bilim dalı bile var tıp fakültelerinde.
Japon su bilimcisi Dr. Nemoto uzun yıllarını verdiği araştırmalarında; Bach, Beethoven, Vivaldi dinlettiği suların, “bozulan kristal yapılarının, doğal hale dönüştüğünün” resimlerini çekip, videolarını yayınladı.
Konu “metafizik” gibi görünse de esasında “tıp ve hormonlarla” alakalı… Doğanın ve özellikle İnsanların müzikten etkilenmeleri ve moralle ilişkisi, müziğin olumlu ses titreşimlerinin, kan akışını arttırması ve beyindeki epifiz bezinden mutluluk ve iyileşme hormonlarının salgılanmasına neden olması…
Bu arada müziğin, “Tanrı” ve “Kâinatlar Nizamı” ile de ilişkisi söz konusu, yani bir yerde Tanrı-Dünya ilişkisine bağlı. Planetleri, galaksileri bir arada tutan “enerji bağları” (yani helezoni vibrasyonların) müziğin “Lâ Frekansı” taşıdığı belirtilmekte. “Bilgi Kitabı’na” göre, orkestra ve enstrümanların “Lâ”ya akort edilmesi de bu Tanrısal titreşimle alakalı. Böylece, Dünyasal frekansla -Tanrısal Düzen” eş bir frekansa getirilmiş oluyor.
Yani gerçekte müzisyen, yaratıcı bir zekâ, sanatçı, esas anlamda Tanrısal bir görev yapıyor. Dikeyden aldığı “Tanrısal enerji yansımalarını”, kendi yorum ve katkılarıyla zenginleştirerek “yatayda insanlığa” iletiyor… Mevlevilerin, “bir eli havaya, diğeri yere bakarak” merkezi enerji etrafında dönmeleri de bundan…
Yani su püskürten sallara “müzik sistemleri” de eklenirse iyi olur derim, geceleri çeşitli renklerde aydınlatma da unutulmamalı, “Ses ve Işık Gösterisi”…
Böylece, “yüzen müzikli fıskiyeler” ile “Marmara’ya aşı yapmış”, ona yeniden can ve moral vermiş olabiliriz.
Ancak konuyu daha etkin kılmak ve gerçek iyileşme için, sahilde platformlarda, kapalı mekânlarda çalamayan müzisyenlerin bu kere denize, doğaya, balıklara “canlı müzik” yapma imkânını yaratırsanız, mucizenin daha da çabuk gerçekleştiğini görürsünüz. Bu arada kıyıda İstanbullular, bu ışıklı, fıskiyeli, müzikal gösteriyi de ücretsiz izleyebilme fırsatını bulmuş olurlar…
Bu, Marmara’nın içinde bulunduğu duruma, kısa vadede yapılacak bir aşı önerisi. Buna kalkışmadan önce, bir ortaokul öğrencisinin bile benzerini evinde yapabilmesi mümkün.
Annesinin geniş salata kabına, Kurbağalıdere veya Bostancı sahilinden alacağı bir-kaç kepçe deniz suyu ve üzerine koyacağı deniz salyası ile ilk adımı atabilir. Sonrasında, akvaryumcudan alacağı “devri-daim pompası” ile
fıskiyeyi de kurdu mu, deney hazır demektir.
Yanı başına “sakin çalan bir de müzik” ilave etti mi, aşının “1. Fazı” gerçekleşmiş olur. Devamında kalem-kâğıt ve 3-6-12-24…. saatlik katlamalı gözlemlerini yazınca da amatör çalışma, bir anda bilimsel kimliğe ulaşacaktır.
Konunun köpürtülmesini Türk basınına bırakabilir; “Türk genci, Marmara’yı kurtardı” haberleri ile yatırımcılar ve belediyeler uyanarak, projeye zaten sahip çıkarlar…
Ancak, unutmayalım, bu sadece bir aşı… Kesin tedavi için; fabrika, zirai, kentsel atıkların denize dökülmesi önlenmeli, çöplerin arıtılıp kontrol altına alınması zorunlu olmalıdır..
Özetle iş; “Nasreddin Hoca’nın “Göle maya çalması gibi” bir şey, ama
“bir de tutarsa!.” literatüre geçeriz.
Sevgiler ve sağlıklı kalınız…
Dr. Ahmet Kurtaran