Sanatçılar Ve Görevleri

Güneş, ilkel kavimlerden günümüze doğayı, insanlığı aydınlatan, hatta ardındaki sırları bilinmediğinden, tapılan bir obje dahi olmuştur. Güneş basit bir enerji ve aydınlık kaynağı değil, hayat veren doğal bir yansıma odağıdır.
Kâinat bir bütündür, makro-mikro kozmos benzer kurallarla çalışır. Bedenimizdeki hücrenin merkezinde nasıl bir çekirdek-nucleus var ise, Dünyamızın dahil olduğu sistemin merkezinde de benzer bir çekim merkezi Güneş yer alır.
Tüm doğa, güneşe başını çevirmiş, ondan hayat alır, gece-gündüz, mevsimler-iklimler, bitkiler-hayvanlar güneşe göre yer alıp, buna uygun hayat siklusları içinde yaşamlarına devam ederler.
Güneşin ardında ki bu Tanrısal sır nedir? İnsanlığa başka ne gibi katkıları söz konusu olabilir?
Dünlere kadar bilimsel olarak açıklanmaya çalışılan bu yüksek ısı kaynağının, günümüzde Teknolojik Boyuttan gönderilen göksel bilgiler ışığında, insanlığın bilinçlenmesi açısından da ilginç görevleri olduğu iddia edilmektedir.

Bilindiği üzere arş-arz ilişkisinde, Yaratıcı Hiyerarşi ile Yaratılmış Düzeni Bir ve Bütün görme anlayışı, giderek daha kabul gören bir anlayış olmaktadır. İnsan Tanrının sesi, gözü, kulağı, O’ndan bir siluet, dünyada bedenli bir yansımasıdır. Yani her birimiz, O’ndan gelip, O’na dönmekteyiz, muhtemeldir ki her saniye düşündüklerimiz-yaptıklarımız Sistem’de kayda geçmektedir. Aksi, kaydı olmayanın hesabı nasıl verilebilir?

Beyindeki Epifiz Bezi, Endorfin, Melanin gibi mutluluk ve yaşamsal değerde hormonlar yanı sıra, DMT (di metil triptamin) adı verilen bir hormon daha salgılamaktadır. Önceleri pekte anlaşılamayan bu hormon, doğumda, ölümde ve gece yarısı en üst seviyelere yükselmektedir.
Epifiz konumu itibariyle, Sella Tursika (Türk Eyeri) denilen, Hipofiz bezinin oturduğu yerin hemen arkasında, çam kozalağı görünümünde, nohut büyüklüğünde ve asırlardır “Ruh Gözü” olarak tanımlanan bir organımızdır.
Öyle ki, anatomi ve endokrinoji ilimleriyle son yıllarda ancak detayı belirlenen bu beze, eski Mısır tabletlerinde rastlanmakta, Hint İnanışında 3.Göz olarak 2 gözün üzerine resmedilmesi gene çok eski çağlardan gelmektedir.

Bu tanımlar sonrası muhtemeldir ki, Tanrı-İnsan bağı Epifiz ile ve DMT hormonu aracılığıyladır. Doğumda, bıngıldak yani kafatası kemiklerinin tam oluşmadığı dönemde ‘bağlanır’ ve bedensel ölüm sonrası (halk arasında ruhunu teslim etti denilen) ‘bedenden çıkar’ ve Sisteme geri döner.
Yani mezara giren, varlığa ömür boyu hizmet eden “beden” olup, Sisteme dönen ise içimizde, tekâmüle alınan, bizi biz yapan, kimliğimizi oluşturan “Özsel Kimliğimiz” yani Yunus’un ifadesiyle “Bir ben var ki benden içre” dediği Öz’ümüzdür. Günümüz teknolojik lisanı ile varlık yaşamı boyunca yaptıklarını bedeninde taşıdığı diskete kaydetmekte ama ana bilgisayar (Tanrısal Kozmik Komputur) ise göklerdedir.
Bu bağın (yani Tanrı-İnsan bağının) “gümüş kordon” ile sağlandığı ifade olunmaktadır. Bu teknolojik bağlantı, varlığın ‘Yaşam Enerjisini’ sağladığı gibi, Tanrı-İnsan iletişimini de (adeta bir cep telefonu-santral gibi) bilgi alıp-vererek sağlamaktadır. Dolayısı ile DMT’nin doğum ve ölümdeki işlevi bu tanımlamalar ile akılcı gibi görünmektedir.
Peki, gece yarısı bu hormonun artışı neden oluyor olabilir? sorusu ise, gün boyu, her an yaptıklarımız-düşündüklerimiz beyindeki diskete kaydoluyor, gece yarısı ise yeni bir disket konuyor, böylece back-up bilgileri ana arşive sağlıklı biçimde kaydolmuş oluyor (günümüzün I-Cloud tekniği gibi kayda geçiyor).
Bu anlatılanlara pek inanmasanız dahi, en azından zihninizde bazı acaba soruları oluşması, sevindirici olabilir. O zaman belki konuyu araştırır, bazı gerçeklere sizlerde ulaşabilir, yeni başka bilgiler oluşturabilirsiniz…
Peki, tüm bunların Güneşle, sanatla ne ilgisi olabilir?
Varlık, tekâmül ettiği oranda bilinçlenip, daha ileri boyuta geçmektedir. Böylece sözü edilen Tanrı-İnsan iletişimi daha sağlıklı ve yüksek enerji potansiyeline ulaşarak gelişerek, varlık Sisteme adeta bir “mikro jeneratör” olarak enerji katkısında bulunmaktadır.
Bu arada beden yaşlanmakta- eskimektedir. İnsan ömrü ise sınırlı, içinde taşıdığı kayıt alan disketin kapasitesi de, mevcut tüm yaşamın süresine göre yetersiz kalabilmektedir…
İşte ölüm ve sonradan bedenlenme tamda bu…
Öz’ün evrimi; Tanrısal Bilince ulaşma (yani Ruhsal Plandaki Enerjisine sahip çıkarak Bütünleşme-Hakikate ulaşma), dünyasal tanımla “kâmil insan” olana kadar devam edecektir.
Böylece, “Yasak elmayı yiyerek bedenli Dünya evrim sistematiğine sevk edilen insanın” kaderi, dünlerden-yarınlara tekâmül mantığına göre işlemektedir.
Bir yaşamın böyle bir evrimde yetersiz kalacağı gerçeğinden hareketle, nesiller boyu devam edecek evrimlerle, aynı enerjinin başka bedenlerde tekâmülü (reenkarnasyonu) gerekli kılınmış olmaktadır. Bu, başta Kuran olmak üzere daha önce insanlara verilmiş ama farklı şekilde yorumlanmış bir gerçektir.
Özetle, mevcut kapasitesi-modeli eskimiş cep telefonunun hafıza kartını, yeni-çağdaş-kapasitesi yüksek bir telefonla değiştirip, ana santral ile ve yeni programlarla “daha yüksek ve ileri bilgilere ulaşmış” oluyoruz.
Bilindiği üzere, bilgisayarınızı-telefonunuzu açık tuttuğunuz sürece de, yeni program ve bilgiler yüklenmektedir.

İşte, Tanrı-İnsan ilişkisinde, bugün insanlığa ulaştırılan Göksel Bilgiler de bunu söylüyor; “Güneşin sol alt boyutu olan 10.Boyut’tan Tesirler Mekanizması tarafından dünyamıza muayyen frekansta Kozmik Enerjilerin” yansıtıldığı ifade olunmaktadır. Bunlar evrim yansımaları olup, varlığın “kapasitesi ve bilinci oranında” bunları çekebileceği ifade olunmaktadır. Daha evrimliler (yani telefon misalindeki daha ileri tekniğe ulaşmış ve programları kullanabilenler), daha yoğun olarak bu Tanrısal destekten yararlanabilmekte… Muhtemeldir ki, ilkel toplumların Güneşe Tapması da buradan gelmektedir.
Tesirler Mekanizmasının yapıcı kollarından birinin de “Yaratıcı Güç Mekanizması” olduğu ifade olunmaktadır. Yaratıcı Güç, sanatkârlar ve sanat faaliyetinde olanlarda “ilham” olarak tanımlanan bir Tanrısal olgudur. Doğadan, kuştan, çiçekten, buluttan, gökkuşağından, yıldızlardan, ruhlardan, meleklerden, hemen her şeyden yansımalar alan bu boyut bilincindekiler, sonrasında bu etkiler ile eserlerini verirler.
Dolayısıyla ilham desteği alan gerçek sanatçılar bunları; notaya, sözlere, fırçasına, çekicine, kalemine yansıtarak şarkı, şiir, resim, heykel, edebi eser olarak topluma yansıtır. “Dikey” olarak Tanrı’dan-Göklerden alınan ilhamlar, insanlar aracığıyla gene insanlara, bu kere “yataydan” yansımış olur.
Toplumların, insanlığın evrimlerine “gerçek sanatçıların” böyle katkıları olduğu belirtilmektedir.
Bu etki yani, ‘Tanrı-insan’ ve ‘insan-insan’ ilişkisi, Hıristiyanlıkta yatay ve dikey 2 kolun birleşmesi olan “put- haç-istavroz” sembolünü oluşturmuştur.
Sonuçta, evrimleştikçe daha fazla Tanrısal yansıma alan insanoğlu buna ek, gerçek sanatçıların dünyasal sanat etki ve eserleri ile daha evrimli varlık olma yolunda ilerlerler.

(Modern Folk Üçlüsü) Diş Protez Uzmanı Doç. Dr. Ahmet Kurtaran

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*