‘80’lerde Boğaz’da arabayla tur atmak aile ritüellerimizden biriydi. Özellikle de yaz geceleri. Yolumuz Tarabya’dan da geçerdi tur boyunca. “Yavaş sür burada,” derdim babama. Çünkü Boğaz hattında eğlencenin kalbi Tarabya’da atardı. Sahil boyunca taverna tabir edilen sayısız eğlence yerinden neşeli sesler yükselir, piyanist şantörlerin çaldığı orgların şakır şakır ritimleriyle göbek atan insanların coşkusu ister istemez bize de sirayet ederdi.
Arif Susam, kasetlerinde hep plak yapımcısı Şahin Özer ve saygıdeğer eşlerini ya dansa ya da göbek atmaya piste davet ederdi ya; Palet’in önünden geçerken iyice bir bakardım sahiden oradalar mı diye. Belki Yıldızlar’da Ümit Besen tam da o anda “I Love You”yu söylüyordur ya da Köşem Bistro’da Nejat Alp “Sıktı mı Canını”yı diye açardım arabanın camını sonuna kadar ki duyayım.
Tarabya’dan uzaklaşınca araba teybi açılırdı yeniden. Ferdi Özbeğen başlardı bu defa “Şerefine Sevenlerin”i söylemeye. Tavernalar sadece Tarabya’da değildi çünkü o günlerde. Kasetler, plaklar sayesinde memleketin her yerinde, her evde, her arabada, her köşe başındaydı.
Bildiğim kadarıyla memlekette taverna kelimesinin kullanıldığı ilk plak, 1974 yılında çıkan “Hayko Tavernada” adlı 33’lük. Tabii o plaktaki şarkılar da Hayko’nun yıllarca taverna sahnelerinde yaptığı müzik de ‘80’lerde maruz kalacağımız taverna müziği tabirini karşılamıyor. İlk tavernalar daha ziyade Rum ve Ermeni şarkılarının 5-6 kişilik orkestralar eşliğinde söylendiği, tabak kırma, sirtaki yapma gibi Yunan taverna geleneklerinin hüküm sürdüğü eğlence mekanlarıyken tek bir orgla her çeşit müziğin yapıldığı Türk tipi tavernalar bir ‘80’ler eğlenceliği olarak hayatımıza sonradan girdi.
‘80’lerin ikinci yarısında zirveye ulaşacak taverna müziğinin öncüsü Ferdi Özbeğen’in 1977 yılında yayımlanan “45 Dakika” adlı 33’lüğü oldu. Gitar, bas gitar, bateri ve piyanodan ibaret bir orkestrayla son derece minimalist bir biçimde kaydedilmiş o albümün en büyük özelliği Özbeğen’in kendine has sesi ve şarkı söyleme biçimiyle geçmişin ve günün farklı türlerde şarkılarını ardı ardına seslendirmesiydi. Plak o dönem satış rekorları kırınca Özbeğen önce 1978’de iki plak, sonrasında ise her sene bazen bir bazen de iki plakla türün öncülüğünü uzun yıllar kimseye bırakmadı. Benzer bir müzikal anlayışla yıllardır Bostancı’da kendi mekânı Derya’da programlar yapan Turgay Noyan Orkestrası’nın “Turgay’ın Tavernası” plakları, Ferdi Özbeğen’in yaptığına çok benzer bir mantıkla kotarılmış Atilla Yelken plakları, ‘70’ler ‘80’lere bağlanırken kısa süre sonra bir furyaya dönüşecek taverna müziğinin ilk örnekleri oldu.
1980 yılında Ümit Besen’in ilk albümü “Şikâyetim Var” piyasaya çıktı ve o güne dek genellikle bilinen ve sevilen şarkılarla hız kazanmış taverna müziğinde yeni bir kulvar açtı. Arabeskin daha hafifi, popa daha yakını, piyanoyla çalınıp söylenmişi diye tanımlanabilirdi Besen’in şarkıları. Çoğunlukla yeni şarkılardı onun söyledikleri. “Islak Mendil”, “Tahta Masa”, “Nikah Masası” gibi “hit”lerle Ümit Besen kısa sürede dönemin plakları en çok satılan isimlerinden biri haline gelecekti.
Ayrı yollarda ilerleseler de Ümit Besen ve Ferdi Özbeğen tarzlarının hem plaklarda hem de sahnede gördüğü ilgi daha önce orkestralarla çalan sayısız müzisyeni piyanist şantörlüğe yönlendirecek ve ‘80’lerin ilk yarısı tamamlanmak üzereyken taverna müziği giderek yaygınlaşıp Nejat Alp, Arif Susam, Zihni Cinan ve Atilla Kaya gibi kendi yıldızlarını yaratacaktı.
‘70’lerde peynir ekmek gibi plak satan Plakçılar Çarşısı ‘80’lerin ortasında plakların satmaz hale geldiği dönemde, içinde bulunduğu krizden çıkabilmenin yeni bir yolunu bulmuştu. Org denilen mucizevi enstrüman onlarca enstrümanın sesini taklit edebiliyor ve böylece tek başına bir orgla koca bir albüm kaydedilebiliyordu. Tabii bu da albüm maliyetleri epeyce düşürüyordu. Ona keza sahne maliyetlerini de.
Nitekim 1985 yılında Nurtaç Düzgit, Rüya Çağla, Asya Sabancı ve Devran Düzgit’ten kurulu Grup Turbo’nun tek bir orgla kaydedilmiş “Mavi Mavi” adlı kaseti bir milyonun üzerinde bir satış rakamı yakalayınca bu furya da kaçınılmaz bir şekilde başlamış oldu.
O sıralar çıkan bandrol yasasıyla birlikte artık plakların yerini çok daha ucuza mal edilen ve satılan yasal kasetler almaya başlayacaktı. Böylece sadece kaset formatında piyasaya sürülen albümlerle devam edecek döneme girilmiş oldu. 1986 yılında Ümit Besen çizgisinde taverna müziği yapan Cengiz Kurtoğlu’nun ilk albümü “Unutulan” kıyametler kopardı, Arif Susam “Tavernada Yıldönümü” adlı kasetinde konuşmalar ve alkışlar kullanarak taverna ortamını birebir kasetlere taşıdı ve türün bir başka yıldızı olacak Metin Kaya’nın ilk kaseti de o yıl piyasaya çıktı.
Bir yanda gelin olup giden, nikâh masasına oturan, başkasına yar olan sevdiceğine içli içli şarkılar söyleyen, gelin-nikâh, düğün temalarına fena halde takmış romantikler, öte yanda “Bir Sevgi İstiyorum”u “Çalkala Yavrum”a, “Sevda”yı “Cumbullu”ya bağlamakta sakınca görmeyen eğlendiricilerle taverna müziği yükseliş ve çöküş devrini aynı günlerde yaşadı.
Mazhar-Fuat-Özkan, Barış Manço, Sezen Aksu, Nilüfer ve Kayahan gibi sayılı ismin farklı denemelerle popun namusunu korumaya çalıştığı ‘80’lerin ikinci yarısı boyunca taverna müziği giderek şirazesinden çıktı. Piyasada eski yeni tutulmuş ne kadar şarkı varsa ilgili ilgisiz hepsinin birbirine bağlandığı, şakkıdı şukkudu org ritimleri ve ekolu vokal kayıtları bezeli sayısız kaset, adının bir yerine “taverna” kelimesi iliştirilerek satışa sunuldu bu dönemde. Ta ki ‘90’larda pop patlayıp da taverna furyasının yerini alana kadar. Orglar artık klavye diye anılır olmuştu ve klavyeyle yapılan müziğe de adıyla sanıyla pop deniyordu artık. Taverna müziği ise Ferdi Özbeğen, Cengiz Kurtoğlu, Ümit Besen gibi yıldızlarının bir parça nostaljik bir havayla sürdürdükleri bir alt tür olarak eski şaşaasını çoktan kaybetmişti.
Bugünlerde taverna müziğinin kimi klasikleri “rock”çısından popçusuna “cover” yapılıyor, yeniden söyleniyor, gündeme geliyor. Birçoğunun bugün üretilen nice pop şarkısından daha sağlam, daha kalıcı olduğu da ayan beyan ortada. Vakti zamanında burun kıvrılan, radyo ve televizyonlara çıkarılmayan, yaptıkları iş hafife alınan Ferdi Özbeğen olsun Ümit Besen olsun kimi taverna yıldızlarımız da zamanla iade-i itibarına kavuştu. Buraya kadar her şey şahane. Ama çatal bıçak sesleri ve mekân gürültüsü efektleriyle zenginleştirilmiş taverna kasetlerindeki piyanist şantörün “Haydi bakalım, hep beraber eğlenelim oynayalım, neşemize neşe katalım,” türevi konuşmaları da günün birinde yeniden moda olur, birileri böyle bir “cover” yapar ve biz tıpkı o günlerdeki gibi eğlenir miyiz yine günün birinde, bunu sahiden ister miyiz, orası bilinmez.
Yavuz Hakan TOK